İstiğna (nazlı davranma, tok gözlülük, gönül tokluğu, tenezzül etmeme) insanı dinden çıkarır. Bu cümlenin arz ettiği hükme ulaşmanın yolu sözlüklerden değil, hayattan geçiyor. Hangi istiğnayı, ne türden bir istiğnayı kendimizden uzak tutmalıyız?
Hayat bize mevcudiyetimizin diğer mevcudiyetlere gerek usul ve füru (atalar, cetler ve çocuklar), gerekse cevher (var olan bir şeyin özü, esâsı, varlığındaki maya, gevher) ve araz (aslında olmayıp bir şeye sonradan eklenen nitelik, ârız olan durum) olarak kaydını umursamayan istiğnanın insanı dinden çıkardığını öğretecektir. İnsandan insana uzlaşma mahsulü olmaksızın, yani “al gülüm, ver gülüm” hesabı haricinde kalarak uzanan bağların değerini öğrendiğimizde Türk olmanın ve Türk kalmanın faydasına ermiş oluruz. İnsanın din içinde kalması kendi lehine münasebetlerle kendi aleyhine münasebetleri birbirinden ayıran çizginin silinmez vasfa kavuşması uğruna göstermesi vacip fasılasız (aralıksız, kesintisiz, ara vermeden, biteviye) çabayı elden bırakmadığı kadar mümkündür.
Konumuz Allah katındaki dine örfi kısmı ağır basmamış bilinçli giriştir. Kelime-i şahadet ile dine girişimiz kabullerimize sadakati esas almamızla, kabullerimizin hakkını verme vaadinde bulunmamızla başlar. Nedir kabullerimiz? Kabullerimizin ilki ve vazgeçilemezi bir ülkeye sahip oluşumuzdur. İnsanın mayası ülke gerçeğinden yoğrulmasaydı ne Kâbe bina edilecek, ne hicret vuku bulacak, ne de biz fetihle mükâfatlandırılacaktık. Girişten itibaren din içinde kalışımız yaşadığımız günleri bir ülkemiz olup olmadığı gerçeğine vasıl olma (ulaşan, erişen) zamanı bilmeği intaç ediyor (sonuçlandırma, sonunu alma, bitirme). Kavrayış gücümüz karakterimizi ele verecek. Topraklarımızın gerçekliği neye taalluk ediyor? Var olduğu farz edilen ülke kimin yurdu, kimin memleketi, kimin vatanı? Asıl yakıcı sual: Bu ülkeye ne olacak?
Mukadderatımız nereden olursa olsun bir yerden gelip nereye olursa olsun bir yere gidişimiz halinin tasvirinden ibaret. Akıbetimizi kadere, kendi kaderimize gönüllüce girip girmediğimiz tayin edecek. Geldiğimiz yer ne kadar bir gün öncesi ise bir o kadar da beş, belki de on bin yıl öncesidir. Dünü yalana irca eden (çevirmek, döndürmek) beş bin yıl öncesinin yalanını ikrardan (gizlemeyip açıklama, îtiraf etme) fazlasını yapmaz, yapamaz. O halde sual edelim: Hortlaması bahse konu edilen Sevr anlaşmasının yerini tutsun diye imzalanan Lozan bir hezimet idiyse muzaffer kim veya kimler idi? Eğer Lozan’da galibiyetine hükmedilecek taraf Türkler idiyse mağlubiyet kime veya kimlere düştü? Altı yüz yıllık Osmanlı ihanet kültürü yukarıdaki suallerin tatmin edici cevabını bulma gücü gösterecek bir Allah’ın kulu ortaya çıkarmış değildir. Yerinde cevabın bulunmaması için zihinlere kilit üstüne kilit vuruldu. Türklüğü içine sindirmemiş Müslümanı icat eden devlet milleti hiçbir zaman varlığının teminatı saymadı. İcat ettiği Müslüman karşısına Müslümanlığı Türklüğe dıştan eklenmiş araz sayan tipi de devlet dikti. Baştan beri korkulan devletin zevalidir (yok olma, yok edilme, ortadan kalkma). Devlet yıkılırsa onun enkazı altında kalacağından korkanlar baştan beri vardır.
Türkler olarak dimağı (zihnî, fikrî) direnişin ve atılımın tadını ekşi bulan insanlarız. Geleceğimizi direnişten ve atılımdan devşirmeyerek gelecek hissimizi körlettik. Vasıflı veya vasıfsız herkim gelecek günleri düşünmekten ötürü hâlihazırda bir heyecan dalgası yükseliyor diyecek olsa kuyruklu bir yalan söylemiş olacak. Zihnimizin olanca sakatlığı mazi diye bildiğimiz şeydeki uydurukluktan doğdu. Geçmişte kaldığını, geride bıraktığımızı kabul ettiğimiz günler hak ettiği sahicilikten yaşayanlar nazarında koparıldığı için zihnimizden iyi veya kötü gelecek geçirmemize imkân vermeyen günlere kaldık. Yerkürenin hiçbir yerinde kimsenin bırakın kıyamet senaryolarına dikkat çevirmeği serap görecek bile takati kalmadı. Bir benim kimin tınıp kimin tınmadığını umursamadan gelecek günleri ciddiye alan. Çünkü bir ben kaldım şahsiyetinde şairliği, komünistliği, Müslümanlığı cem etmiş, mezcetmiş (bir şeyi diğerine katmak, karıştırmak) olan.
Geçmişe dair şunun bunun veya şucunun bucunun değil, bütün insanlığın kapıldığı kasıtlı yanılsamayı fark etmem sebebiyle gelecek günleri ciddiye alıyorum. Kasıtlı yanılsama? Nasıl oluyor bu? Kasıtlı yanılsamanın nasıl bir şey olduğunu bizim karakterimiz ele verecektir. Ülkemiz Amerikan karakterinden medet umulduğu için Türk karakterinden vazgeçilmesinin neticeleriyle şekillendi. Balık zekâlı koyun millet… Türk mü, Amerikalı mı?
İsmet Özel, 8 Mart 2017
“Arnavuti Zoti veya Nereden Çıktı Bu Kuyruklu Kürtler? (I)” için bir yorum