Etiket: anadolu

Kırıkkale Demir Çağı Tarihi

Kırıkkale ili ve çevresinde yapılan yüzey araştırmalarda Kırıkkale ili Delice ilçesi, Çongar köyü, Kültepe höyüğünden, Delice ilçesi Harekli Köyü Beşiktepe mevkiinden, Keskin ilçesi Kavurgalı Höyüğünden, Armutlu köyü Armutlu höyüğünden, Köprü Köyü Büyüktepe höyüğünden, Ceritkale Köyü Yaşçayır Höyüğünden, Karağıl Köyü Horpağan Tepeden, Kevenli Köyü Acıözü, Çifteli Köyü Höyüktepeden ve Kaldırım Köyü Sarımusalı höyüklerinden, Sulakyurt ilçesinin Bıyıkaydın Höyüğünden, Hasandede Kasabası Çatal Söğüt Höyüğünden derlenen seramiklerin bir kısmı Demir çağına tarihlenmiştir.

Bu çağın Demir çağı diye adlandırılmasının temel nedeni, dönemin silah ve diğer aletlerinin çoğunun demirden üretilmiş olmasıdır. Bunun yanı sıra milattan önce 9. Yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu’nun yeniden MÖ 3 bin yılının sonlarında olduğu gibi bir çok irili ufaklı güç arasında paylaşmış olması böyle bir adlandırmaya gidilmesinin diğer bir nedenidir. Bu çağla birlikte bölgemizdeki iskanın yeniden yoğunlaşması dikkat çekici bir durumdur. Anadolu’daki Hitit çekirdek sahasının hemen her merkezde Hitit yerleşmesinin üzerine Frig yerleşmesin kurulmuş olması dönemin nüfus yoğunluğunu yansıtması açısından da önemli bir durumdur. Japonlar, Kırıkkale ili ve çevresindeki höyüklerden derledikleri seramiklerin bir bölümünü demir devri seramiği olarak tanımlamışlardır ve Friglere bağlamışlardır.

Frigler Milattan Önce 1200’lerin başlarında Truva savaşı sırasında boğazlar üzerinden Anadolu’ya gelmiş ve ancak Milattan Önce  8.yüzyılın ikinci yarısında merkezi Polatlı yakınlarındaki Gordion olan bir devlet kurabilmişlerdir.

Kırıkkale sınırları içinde kalan Büyükkaletepe höyüğünün konumu büyüklüğü ve yüzeyinden ele geçen geyik motifleriyle tipik Frig seramiği dikkate alındığında bu merkezin Friglerin önemli bir yerleşim birimi olduğu anlaşılmaktadır. Bu höyükte yapılacak bir arkeolojik kazının ilimiz eskiçağ tarihinin aydınlatılmasına büyük katkılar sağlayacağı şüphesizdir.

Kırıkkale Orta Tunç Çağı Tarihi

a) Assur Ticaret Kolonileri Evresi: Kırıkkale ili Delice ilçesi, Çongar Köyü Kültepe höyüğünden, Keskin ilçesi Efendi Köyünün Alibaz höyüğünden aynı ilçenin Kavurgulı köyü höyüğünden, Armutlu höyüğünden, Balışeyh ilçesinin öz höyüğünden ve merkez ilçeye bağlı Çatal Söğüt höyüğünden derlenen seramiklerin bir kısmı Assur Ticaret kolonileri evresine tarihlendirilmiştir.

Orta Tunç Çağı MÖ 2000-1400 yılları arasına tarihlenir ve Assur Ticaret Kolonileri ile Eski Hitit Dönemlerini kapsar. Orta Tunç Çağı Anadolu’sunun en çarpıcı özelliği Mezopotamya ile başlayan çok sıkı ve örgütlü bir ticaret ilişkisi bunun sonucunda da yazının öğrenilmiş oluşudur.

Assurlu tüccarlar 200-250 merkepten oluşan kervanlarıyla Anadolu’nun silah yapımında gereksinim duyduğu kalay madeni ile güneyin beğenisine göre dokunmuş ince kumaşlar getirip karşılığında ise altın, gümüş ve değerli taşlar götürüyorlardı. MÖ 1925 yıllarında bu yeni ticari düzenle ilişkisi olarak Anadolu’da Assurca karum (liman) denen pek çok pazar yeri kurulmuştu. Bunlardan en ünlüsü ise Kaneş karumuydu. Bugün Kayseri yakınlarındaki Kültepe de yer alan Kaneş aynı zamanda güçlü bir Hitit Beyliğinin de merkeziydi. Orta Anadolu’da daha sonraları Hitit Devleti’nin başkenti olacak Hattuş’a (Boğazköy), Alişar, Aksaray yakınlarındaki Acemhöyük ve Konya yakınlarında Karahöyük’te de Karumlar oluşturulmuştu. Assur’dan Orta Anadolu’ya uzanan yol üzerinde ise Assurca Wabartum (Konuk-konak) denen küçük konaklama birimleri oluşturulmuştu. Anadolu’daki Karum ve Wabartumların hukuki ve siyasi konumları bilim adamları arasında tartışmalı bir konudur. Kimi bilim adamına göre sömürgelerin idari merkezi, kimilerine göre de yerli beylere vergisini ödeyen serbest ticaret bölgeleridir. Koloni Çağı’nın son evresinde Kültepe (Kaneş) Pazar (Karum’u) yeri, Orta Anadolu’daki pek çok yerleşme yeriyle birlikte MÖ 1725 yıllarında bir yangınla son buldu. Muhtemelen yerli beylerin bir iç hesaplaşması sonucu bu olaylardan sonra Hitit Devleti belirmeye başladı.

b) Eski Hitit Devleti Evresi: Kırıkkale ili ve çevresinde yapılan yüzey araştırmalarda, Kırıkkale ili, Sulakyurt ilçesi, Kıyıhalilincili köyü höyüğünden ve Keskin ilçesi, Köprü köy Büyükkaletepe höyüğünden derlenen seramik parçalarından bir kısmı Eski Hitit Çağına tarihlenmiştir.

Assur Ticaret Koloniler evresinde Anadolu’nun irili ufaklı bir sürü beylik tarafından paylaşıldığını daha önce belirtmiştik. Bu beyliklerden adını bilemediklerimiz içinde önemlileri şunlardır; Neşe (Kaneş), Hattuş, Mama, Puruşhanda, Kuşşara, Zalpa. Ancak kökeni Kuşşara’ ya dayanan Pithana oğlu Anitte (MÖ 1750) lie Orta Anadolu’ da merkezi bir devlete doğru ilk adım atılmıştı. Neşe, Zalpa ve Hattuş’u eline geçiren Anitte kendisini (Gal Lugul) Büyük Kral unvanını taşıyacak kadar güçlü hissediyordu. Anitte’dan 100 yıl kadar sonra, aynı soydan gelen Kuşşara’lı Labarna’nın Hattuş’u başkent yapıp, kente Hattuşa, kendisinede Hattuşalı anlamına gelen Hattuşili (MÖ 1650-1620) adını vermesiyle Hitit Devleti resmen kurulur.

Yerli Anadolu oldukları kabul edilen Hattili Beylere karşılık Hint-Avrupalı Hititlerin kökeni konusunda fazla bilgi yoktur. Anadolu’ya bir göçle dışardan mı geldiler? Bu göç nereden ve hangi tarihte oldu. Bu soruların yanıtları doyurucu belgeleriyle verilebilmiş değildir. I. Hattuşili’nin Hattuşa’yı başkent yapmasıyla birlikte Eski Hitit Devleti hızlı bir biçimde gelişmeye başladı. İçte otoriteyi sağlayan I.Hattişuli, ilk hedef olarak Suriye yi seçmişti. Kızılırmak‘ı Kırıkkale’nin güneyinde ordusuyla birlikte geçen I.Hattuşili,Suriye’nin önemli şehirlerinden Alalah’ı ele geçireceği sefere çıkıyordu.Alalah’ı ele geçirerek daha ileri harekatlar için büyük bir avantaj elde etti .Sefer dönüşünde Fırat’a doğru ilerleyerek Malatya yakınında ırmağın karşı kıyısına geçti. Batı Anadolu’daki Arzava ülkesi zapt edildi. Bunu izleyen I.Murşili döneminde Halep Hitit Devleti ‘nin sınırları içine sokuldu.Babil fethedildi.( MÖ 1594). Böylelikle Hititlier kısa bir sürede yakın Doğu’nun etkin siyasal güçlerinden biri olarak adlarını duyurdular. Eski Hitit Devleti’nin genişlemesi I.Murşili’nin,Babil seferi dönüşünde bir entrika sonucu öldürülmesiyle son buldu.

Kırıkkale sınırları içinde kalan alanda bu çağa ait yerleşim yerlerinin çok sınırlı merkez olması dikkat çekicidir. Ancak herhalukarda bu dönemin bölgemizde de temsil edilmesi, ilimiz eski çağ tarihi açısından önemli bir bulgudur ve aynı zamanda yukarıda anlatılan kültür dokusu çerçevesinde değerlendirilmesidir. Dönemin Anadolu tarihi açısından önemi dikkate alındığında, bölgemizde bir arkeolojik kazının yapılmasının değeri daha kolay anlaşılmaktadır.

Kırıkkale Kalkolitik Çağı Tarihi

Japonların 1990-91 yılları arasında Kırıkkale il merkezi ve ona bağlı ilçe ve köyleri kapsayan yüzey araştırmalarında toplam 21 höyük ve düz iskan saptanmıştır. Bu merkezlerden toplanan seramik örneklerinin değerlendirilmesi sonucu bölgenin Kızılırmak kavsi dışında kalan alanda Neolitik Çağ ve sonrası, Kızılırmak kavsi içinde kalan alanda ise bu dönemi takip eden Kalkolitik Çağı, Eski Tunç Çağı, Assur Ticaret Kolonileri Çağı, Hitit İmparatorluk Çağı (zayıf), Frig ve Hellenistik-Roma Çağları ile Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait yerleşim birimleri ve bu dönemlerin kültürlerini yansıtan kalıntılar saptanmıştır.

Okumaya devam et “Kırıkkale Kalkolitik Çağı Tarihi”

16 – 17. yüzyıllarda Kırıkkale

XVI. ve XVII. Yüzyıllarda, doğudan gelen çeşitli Türk aşiret ve cemaatlerinin Anadolu’da – bilhassa Orta Anadolu’da- iskan edildikleri bilinmektedir. Bunlardan “Oğuz, Oğuzhan” adı verilen büyük bir oymağın Ankara yakınlarında, o zamanki söyleyişiyle “Kırıkkal’a ” ya yerleştirildikleri belgelerde ifade edilmektedir.

Yörükan taifesinden olduğu zikredilen Oğuz Oymağı, Anadolu’yu Türkleştirerek ve İslamlaştırarak, Türk vatanı haline getiren, aynı zamanda “Türkmen adıyla da bilinen büyük bir aşirettir. Bu durumda bölgenin adının en az 400 yıllık bir tarihe sahip olduğunu kabul etmek gerekir.

 

BAYRAĞIMIZDAKİ KIZILLIK ŞEHİT KANI DEĞİLDİR

BAYRAĞIMIZDAKİ KIZILLIK ŞEHİT KANI DEĞİLDİR VEYA
ŞEREFİ TÜRKLÜKTE ARAYIP BULAMAYAN SANIR Kİ TÜRK’E İSOKRATES’TEN ZİYADE METE HAN YAKINDIR (I)

Ahmet Haşim şiirin “ufuklarda yüzen nazenin bir balon” ibaresine hapsedilmesini kusur ittihaz edenlerce kınandı. Giderek Haşim’e cevap “ufuklarda yüzen al sancak” ibaresiyle verilmiş oldu. İslâm dairesinde isek agâh olacağız. Böylesi münasebetleri kör tesadüfler sanma hatasına düşmek Türk’e yakışmaz. Türk’e insanın dünya hayatındaki yerini olduğu kadar, bu yer ile şiir arasındaki münasebeti ayan ve beyan etmek yaraşır. Zira Türk varlığı bu varlığın fark edilmesine fırsat veren günlerden itibaren varoluşun izahıyla bütünleşmiş, Türk vatanını şekle Türkçenin tebcili sokmuştur. Biz Türklerin dik durmasının, durabilmesinin sebebi, gerekçesi dinimizin hediyesi dilimiz vasıtasıyla tarihte iki kez vatanlaştırdığımız topraklardır. Dik duruyoruz; omurgamız var.

ismet-ozelİnsanın şerefi ile omurgası arasında ne münasebet bulunduğu meraka değer. Neye denir omurga? Ne işe yarar? Bir fert, bir şahıs olarak bizzat size omurgalı denilmesi için bir sebep var mı? Hangi sebep var? Bilim dilinde tabir olarak rastladığımız “omurgasız hayvanlar” tasnifte bir yeri işaret ediyor. Dile kulak verdiysek ve dile getirilen insanın omurgasızlığı olduysa, bilinsin ki, bununla tasvirine yeltenilen ahlâk sefaletinden başka bir şey değildir. Hangi insana omurgasızlık yakıştırıldıysa o kimse toplum hayatındaki pespayeliğin delillerinden biri yerine geçer. Öyleyse nedir omurgalı insan? Tarih içinde insanların omurgaları emanet ehli oluşları sebebiyle taayyün etmiş, muayyeniyet kazanmıştır. Omurgası olan metbudur; taabi değil. İnsanların bellerini dik tutabilmeleri kendilerine bir şey emanet edilebilecek karakteri kesp etmeleri şartına bağlıdır. Kim ki, dile kulak vermekten geri durdu, onun şaşkınlığa düşmesine engel olunamaz. Türk dili çerçevesinde CHP Türk milletini devletten, MHP Türk milletini milletten, AKP Türk milletini dinden etti denildiğinde omurgasızlığın neye mal olduğu anlatılmaktadır.

Omurgamız hem bizim söylediğimiz sözler, bizim takındığımız tavırlar, hem de bize hitaben söylenilen sözler, bize karşı takınılan tavırlar itibariyle bir maliyete taalluk eder. Bu satırları okuma zahmetini göze almış biri olarak sizin de Türk’e Mete Han’ı İsokrates’ten ziyade yakın sanma ihtimaliniz yüksek, hem de pek yüksektir. Çünkü modernliğin yükseldiği asırlar içinde Türklere Yahudiler, Ermeniler, Rumlar Türklük hususunda bir zannı hak olarak bildirdi. Ne niyetle yaptılar bunu? Hangi Yahudiler, hangi Ermeniler, hangi Rumlardı bunlar? Bunlar Yahudiliği en üstün değer olarak bilen Yahudiler, Ermeniliği en üstün değer olarak bilen Ermeniler, Rumluğu en üstün değer olarak bilen Rumlardı. Türk’ün ne olduğu, kim olduğu hususunda aralarında vardıkları mutabakatı bize, biz has Türklere yutturmuşlardır. Bu yüzden dünyanın her yerinde sanılır ki Küçük Asya’ya tam tekmil Türk olarak at üstünde gelindi.  Okumaya devam et “BAYRAĞIMIZDAKİ KIZILLIK ŞEHİT KANI DEĞİLDİR”