Etiket: arapça

gaitani > kaytan etimolojisi – kaytan bıyık ne demek?

i. (Yunanca gaitani < Latince) [Kelime Arapça, Farsça, Bulgarca, Sırpça’ya da geçmiştir] İpek veya pamuktan yapılmış sicim:

kaytan-biyik

Sırtına sarı çuhadan kara kaytan işlemeli bir kaftan, bunun altına Bilecik’in kırmızı karanfil işlemeli mor kadifesinden entâri giymiş (Kemal Tâhir).
ѻ Kaytan bıyık: İnce ve uzunca bıyık.

AKĀMET, Türkçe’de türetilmiştir

AKĀMET, Türkçe’de türetilmiştir

(ﻋﻘﺎﻣﺖi. (Arapça ‘uḳm “kısırlık”tan ‘aḳāmet) [Türkçe’de türetilmiştir
1. Kısırlık, verimsizlik. 
2. mec. Sonuca varamama, yarıda kalma: 

Tasavvurunun akāmetinden münfail olan vâlî bile şahsıma karşı insaf ile davranarak istîfâma muhik bir karar nazarı ile bakıyor (Hâlit Ziya Uşaklıgil). 
Akāmete uğramak: Sonuçlanmamak, kesilmek, yarıda kalmak: “Bütün teşebbüslerinin akāmete uğraması onu perîşan etti.”

(ﻋﻘﺎﻣﺖ) i. (Ar. ‘uḳm “kısırlık”tan ‘aḳāmet) [Türkçe’de türetilmiştir]
Türkçe’de türetilmiş bir kelime: ahşap

Türkçe’de türetilmiş bir kelime: ahşap

[Kelimenin Arapça’daki çoğulu huşub’dur; ahşâb Türkçe’de türetilmiştir]

(ﺍﺧﺸﺎﺏi. (Arapça ḫaşeb “ağaç kütüğü, odun”un çoğul şekli aḫşāb) [Kelimenin Arapça’daki çoğulu huşub’dur; ahşâb Türkçe’de türetilmiştir
1. Kereste, tahta, ağaç: 

Bu vatandaş biraz ahşapla biraz kerpiçten

Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten (Yahyâ Kemal). 

Lisâniyat ilminin “calque” dediği taklit yolu ile de Türkçe’miz kelimeler uydurdu. Haşeb’den ahşâb’ı, meflûk’ten felâket’i, salâh’tan salâhiyet’i biz îcat ettik (Nejat Muallimoğlu). 

2. sıf. Tahtadan, ağaçtan yapılmış [Bilhassa inşaat için kullanılır]: “Ahşap binâ.” “Ahşap köprü.” Huzur içinde yaşanmış o ahşap evlerde (Orhan Seyfi Orhon). Türk mîmârı ahşap yapıda plan zenginliği, konfor, ihtişam ve dış zarâfet ve güzelliği ile dehâ eseri bedîalar vermiştir (Reşat Ekrem Koçu).

ukbâ ne demek? ﻋﻘﺒﻰ

(ﻋﻘﺒﻰi. (Arapça ‘uḳbā) Öbür dünya, âhiret: 

Ne dünyâda ne ukbâda

Gönül bir özge sevdâda

Demâdem fikr-i Mevlâ’da

Gönül eğlenmez eğlenmez 

(Aziz Mahmud Hüdâyî). 

Ukbâda pâye almağa sâî olan kişi

Dünyâda doğrulukla görür bence her işi 

(Abdülhak Hâmit). 

Ne çâre ki âileden onu en son gören o olmuş ve bu değerli adam ukbâ hayâtına geçip gidivermiştir (Sâmiha Ayverdi).

istiskal ne demektir?

[l ince] (ﺍﺳﺘﺜﻘﺎﻝ) i. (Arapça ѕiḳal “ağır olmak, hoşa gitmemek”ten istiѕḳāl) Hoşnut olmadığını belli edecek tarzda soğuk davranma, yüz vermeme, aşağılama anlamlarına gelmektedir.

Cümle içerisinde örnek kullanımları: O dahi kavminden istiskal görürdü (Cevdet Paşa).

Geri kalan birkaç kişi de Ali Rızâ Bey’in mütemâdî istiskalleri karşısında birer birer evden ayaklarını kesmişlerdi (Reşat Nuri Güntekin).

Misâfirlik âdâbına uymayan kimseler bir müddet sonra istiskāle uğrarlar, pabuçları ellerine verilir (Mâlik Aksel).

zekâvet ne demek?

(ﺫﻛﺎﻭﺕ) i. (Arapça: ẕekā’dan ẕekāvet) [Türkçe’de türetilmiştir] Çabuk anlama ve kavrama yeteneği, zekâ:
Elhâsıl, hüsn-i ahlâkça ve akl ü zekâvetçe cümle nâsa fâik ve her türlü medh ü senâya lâyık idi (Cevdet Paşa).
Zekâvetlerini ispat edecek sûrette sözler söylüyorlardı (Hüseyin C. Yalçın).
Kendini çok zekî sananlar böyle oluyor. Senin kafatasının içinde zekâvet daha ağır basıyor, ama bâzan da miktârı az olan belâhet zeytinyağı gibi üst tabakaya çıkıyor (Refik H. Karay).


Zekâvet-mend (ﺫﻛﺎﻭﺗﻤﻨﺪ) tür. sıf. (Farsça -mend ekiyle) Çabuk anlayan, zeki (kimse).
Zekâvet-mendâne (ﺫﻛﺎﻭﺗﻤﻨﺪﺍﻧﻪ) tür. sıf. ve zf. (Farsça -mend ve -āne ekleriyle) Zeki kimseye yakışır tarzda.

(ﻣﺼﺪّﻕ) musaddak ne demek?

(ﻣﺼﺪّﻕ) sıf. (Arapça: taṣdіḳ “onaylamak”tan muṣaddaḳ)
1. Doğru ve gerçek olduğunda kimsenin şüphesi kalmamış, doğrulanmış, onaylanmış, tasdik edilmiş, onaylı: Bir dahi eydem haber ol kişiden / Kim musaddak tuta anı işiten (Âşık Paşa).
2. Resmî bir makam tarafından onaylanmış: Mektebiniz Nezâret-i celîlece musaddak değilmiş (Reşat N. Güntekin).

(ﺗﻤﻮّﺝ) temevvüç ne demek?

(ﺗﻤﻮّﺝi. (Arapça: mevc “dalga”dan temevvucDalgalanma, çalkalanma: 

Gelmiş yüzünde nûr-ı meserret temevvüce(Muallim Nâci)

Kalbim pencerelerde sancakların temevvücüne benzer bir hareket-i şevk ve sürur ile titrer(Cenap Şahâbeddin). 

Gördükçe temevvüc-i gubârı / Gönlüm gelecek sanır o yârı (Abdülhak Hâmit). 


 Temevvüç etmek (eylemek)Dalgalanmak: 

Temevvüç etmede yer yer zılâl-i tenhâyî (Tevfik Fikret). 
 Temevvücat (ﺗﻤﻮّﺟﺎﺕi. (Arapça çoğul eki -āt ile) Dalgalanmalar: 

Temevvücât-ı nihânî içinde mahv ü hebâ (Cenap Şahâbeddin).