Etiket: beste

Çanakkale yiğitleri Dünya denen kârdan geçti

Serden geçti, yârdan geçti
Çanakkale yiğitleri
Dünya denen kârdan geçti
Çanakkale yiğitleri

Gidenler geri dönmedi
Onlar önce vatan dedi
Ne acılar göğüsledi
Çanakkale yiğitleri

Bu vatanın her karışı
Namustur toprağı, taşı
Her biri Seyit Onbaşı
Çanakkale yiğitleri

Bayrağın canlı hâlidir
Sanki Bedir’in emsalidir
Şehadetin timsalidir
Çanakkale yiğitleri

Tüter ocak, yanar hale
Can sundular istiklale
Yıldız oldular hilale
Çanakkale yiğitleri

Söz-Beste: Uğur Işılak

uğur ışılak çanakkale yiğitleri

Vardım kırklar yaylasına, Gel beri ey cân dediler, Yüz sürdüm ayaklarına, Gir işte meydân dediler

Nutuk : Hatâyî
Beste : Sebilci Hüseyin Efendi
Makam : Uşşak
Usul : Sofyan
Okuyan : Sebilci Hüseyin Efendi

Vardım kırklar yaylasına
Gel beri ey cân dediler
Yüz sürdüm ayaklarına
Gir işte meydân dediler

Yerli yerinde durdular
Yerlerinden yer verdiler
Ortaya sofra serdiler
Lokmamıza ban dediler

Erenler kalbi ganîdir
Yuduğu kalbi arıtır
Gelişin kanden beridir
Gel şöyle ihvân dediler

Gördüğünü gözün ile
Beyân etme sözün ile
Ondan sonra bizim ile
Ol sen de mihmân dediler

Şâh Hatâyî nedir hâlin
Duâ edip kaldır elin
Kesegör gıybetden dilin
Cümlemiz yek sân dediler

Şâh Hatâyî kimdir? (Şah İsmail)

25 Receb 892’de (17 Temmuz 1487) Erdebil’de doğdu. Babası Safevî tarikatının şeyhi Haydar, annesi Uzun Hasan’ın kızı Âlemşah Halime Begüm’dür. Ebü’l-Muzaffer Bahâdır el-Hüseynî unvanıyla anılır. İran’da Şiîliği resmî ideoloji haline getirerek yeni bir devlet kuran Şah İsmâil’in çocukluk yılları zorluklar içinde geçti. Henüz bir yaşında iken babası Şeyh Haydar, Şirvanşahlar’la giriştiği mücadelede Akkoyunlular tarafından öldürülünce kardeşleri İbrâhim, Ali ve annesiyle birlikte İstahr Kalesi’ne hapsedildi. Burada yaklaşık dört yıl gözetim altında tutuldu. Akkoyunlu Sultan Yâkub’un ölümünden sonra tahta geçen Rüstem Bey kardeşi Baysungur’a karşı Safevîler’in desteğine ihtiyaç duyduğundan İsmâil’i ve kardeşlerini Tebriz’e getirtti. Ancak Baysungur’un bertaraf edilmesinin ardından Safevî tarikatının başına geçen Sultan Ali’yi öldürttü (899/1494). Bunun üzerine Safevîler küçük yaştaki İsmâil’i kendilerine şeyh olarak kabul edip onu Erdebil’e kaçırdılar. Ancak Akkoyunlu takibi burada da devam edince önce Reşt’e, daha sonra Gîlân Valisi Kârkiyâ Mirza Ali’nin davetiyle Lâhîcân’a götürdüler. İsmâil, Lâhîcân’da bölgenin ileri gelenlerinden Kadı (Muallim Sadr) Şemseddin Lâhîcî’nin yanında Farsça, Arapça, Kur’an, tefsir ve İsnâaşeriyye Şîası usulünü, kızılbaş reislerden savaş tekniklerini öğrendi. Bu esnada Karacadağ, Tuman Mişkin ve Anadolu’da yaşayan kızılbaş Türkmenler grup grup gelerek İsmâil’i ziyaret ettiler.

1498’de Akkoyunlu Rüstem Bey’in ölümü İran’ı yeni bir kargaşaya sürükledi. Akkoyunlu ülkesi Murad Bey ile Elvend Bey arasında paylaşıldı. Azerbaycan ve Diyarbekir Elvend Bey’in, Irâk-ı Arab, Fars ve diğer yerler Murad Bey’in hâkimiyetine geçti. Ayrıca Bayındırlı Murad Bey Yezd’de, Muhammed Kere Eberkûh’ta, Hüseyin Kiyâ Çelâvî Simnân, Har ve Fîrûzkûh’ta, Pürnek Bârik Bey Bağdat’ta, Sultan Hüseyin Mirza Horasan’da ve Ebü’l-Feth Bey Kirman’da bağımsız hareket etmeye başladı. Bu durumdan istifade eden kızılbaş reisleri İsmâil’in ortaya çıkmasına karar verdiler. İsmâil on iki-on üç yaşlarında iken Gîlân’dan ayrılıp Erdebil’e gitti. Ailelerinin kalabalıklığı ya da mallarının çokluğu yüzünden bir yere gidememiş olan müridleriyle ilgilendi. Ancak kısa bir süre sonra Erdebil hâkimi Cekirli Ali Bey’in baskısıyla Erdebil’den ayrılmak zorunda kaldı. Buradan Karabağ’a gelen İsmâil, bu sırada Karakoyunlu Devleti’ni yeniden canlandırmayı düşünen Baranî Hüseyin Bey ile çatışmaya girmeden Erzincan’a yöneldi (905/1500). Amacı, Anadolu’daki müridlerini yanına toplayarak Orta Anadolu’da büyük bir ihtilâl çıkarmak olmalıdır. Bir müddet burada kaldı; şeyhlerinin şah olmak maksadıyla Anadolu’ya geldiğini haber alan kızılbaş Türkmenler onun etrafında toplandılar. Ustaclu Türkmenleri, İsmail’i Bingöl yaylalarına davet edip görkemli bir şekilde karşıladılar. Bu durum etraftaki Türkmenler tarafından duyulunca kalabalık kitleler halinde şahın hizmetine katılmalar başladı. Avşar, Çepni, Şamlu, Dulkadırlı, Tekeli, Rumlu, Kaçar, Varsak ve diğer aşiretlere mensup kızılbaş Türkmenler İsmâil’in askerî gücünü kısa sürede arttırdılar. Fakat II. Bayezid’in aldığı etkili tedbirler yüzünden Şah İsmâil ve taraftarları yönlerini o sıralarda siyasî durumu bozuk olan Akkoyunlu ülkesine yönelttiler. İsmâil 906 yılı başlarında (1500 yazı) Erzincan’dan ayrılıp Şirvanşahlar’ın üzerine yürüdü, Şirvanşah Ferruh Yesâr’ı öldürdü, Bakü ve Şamahı Safevîler’in eline geçti. 907 (1502) yılı baharında Akkoyunlu Elvend Bey’in ordusunu Nahcıvan yakınlarındaki Şerûr’da ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra Tebriz’e girerek tahta çıktı. Şehirde Akkoyunlu ailesine ve Sünnî kalmaya direnenlere yönelik büyük bir katliam yaptı. Şiîliği resmî mezhep ilân ederek on iki imam adına hutbe okutup para kestirdi. Ezanı değiştirdi. Hocası Şemseddin Lâhîcî’yi sadâret makamına getirdi. Bu esnada İran henüz bütünüyle Şiî değildi ve İsmâil’in ortaya çıkışı, İran’ın değişik bölgelerindeki Şiî hükümetleri tarafından desteklenmemişti. Şah İsmâil bir yandan onları iktidarı altına alırken diğer yandan hızlı bir Şiîleştirme politikasına girişti. Bu sırada yeniden toparlanmaya çalışan Elvend Bey’i Tebriz yakınlarında, Akkoyunlu Murad Bey’i de Hemedan yakınlarında Almakulağı savaşında mağlûp etti (908/1503). Böylece Irâk-ı Arab, Horasan ve Hûzistan hariç Akkoyunlu topraklarının büyük bölümünü ele geçirdi. 1504’te Fîrûzkûh bölgesinin hâkimi Hüseyin Kiyâ Çelâvî’yi bertaraf ettikten sonra Fîrûzkûh, Gülhandan ve Asta kalelerini zaptetti. Ardından Mâzenderân, Lâhîcân ve Cürcân hâkimleri şaha gelip itaatlerini bildirdiler. Öte yandan Yezd’de ortaya çıkan ayaklanma da kısa sürede bastırılıp Lala Hüseyin Bey, Yezd hâkimliğine tayin edildi. Şah İsmâil, 1504-1505 kışını İsfahan’da geçirdiği esnada II. Bayezid’in elçileri gelerek onu zaferlerinden dolayı tebrik ettiler.

913 (1507) yılında Şah İsmâil, hâkimiyetini Diyarbekir’e doğru genişletmeye çalışan Dulkadıroğlu Alâüddevle Bey’e karşı yürüdü. Erzincan tarafından hareket edip Osmanlı topraklarına girdi ve Kayseri üzerinden Maraş ve Elbistan’a ulaştı. Alâüddevle Bey savaşa yanaşmayınca Maraş ve Elbistan’ı tahrip ederek Tebriz’e döndü. 914’te (1508) Irâk-ı Arab’a yürüdü. Bağdat hâkimi Pürnek Bârik Bey kızıl başlık giyerek şaha itaatini bildirdiyse de iltifat görmeyeceğini anlayınca şehri terketti. Bağdat savaşsız zaptedildikten sonra şehirdeki Türkmenler’in büyük bölümü kılıçtan geçirildi. Ardından Kerbelâ, Necef ve Sâmerrâ’ya giden Şah İsmâil on iki imama ait türbeleri tamir ettirdi. Luristan ve Hürremâbâd üzerine sefere çıkıp gulât-ı Şîa’dan sayılan Müşa‘şa‘lar’ı bertaraf etti ve Havîza, Dizfûl, Luristan’ı aldı. Tebriz’e döndükten hemen sonra Şeyh Şah’ın ayaklanmasını bastırıp Şirvan ve çevresine yeniden hâkim oldu.

İran’ın içine düştüğü karışıklıktan istifade eden Özbek Hanı Şeybânî (Şeybak) Han hâkimiyetini Meşhed ve Horasan’a kadar genişletmiş, Kirman’a akınlar düzenlemeye başlamıştı. Şah İsmâil, Şeybânî Han’a elçiler göndererek saldırılardan vazgeçmesini ve İran’a ait toprakları boşaltmasını istedi. Buna karşılık Şeybânî Han, kızılbaşları tahkir edip hacca gitmek niyetinde olduğunu ve bütün İran topraklarını geçmek istediğini bildiren mektuplar gönderdi. Böylece İran’ı ele geçirmek amacında olduğunu açıkça ortaya koydu. Bunun üzerine Şah İsmâil, Şeybânî Han’ın üzerine yürüdü. Damgan, Gürgân (Esterâbâd) ve Meşhed’i kolaylıkla zaptetti. 916 (1510) yılında yapılan savaşta Şeybânî Han ağır bir yenilgiye uğratılıp savaş meydanında öldürüldü. Merv de Safevîler’in kontrolü altına girdi. Şeybânî Han’dan sonra Özbekler’in başına geçen Ubeydullah Han 1512’de Horasan’a girerek Herat’a kadar olan yerleri ele geçirdiyse de çok geçmeden Şah İsmâil, Horasan’a ordu sevkedip Herat, Belh ve Meşhed’i geri aldı. Dönüşte Safevîler’e karşı isyan halinde olan Nesâ ve Ebîverd itaat altına alındı (919/1513).

İran’da meydana gelen ihtilâller esnasında Osmanlı Devleti’nin sessiz kalması Şah İsmâil’in daha rahat hareket etmesine imkân sağlamıştı. Bununla birlikte Osmanlılar’ın, Anadolu’da bulunan kızılbaş Türkmenler’in Şah İsmâil’in hizmetine girmek için İran’a göç etmelerini engellemeye çalışması ve elebaşılarını yakalayarak cezalandırması Şah İsmâil’i rahatsız etmekteydi. Bu sebeple kendisine düşmanlık besleyen hükümdarların âkıbeti hususunda bir uyarı ve meydan okuma işareti olarak Şeybânî Han’ın kesik başını II. Bayezid’e gönderdi. Osmanlı sultanı, devlet adamlarının bu harekete sert cevap verilmesi yolundaki ısrarlı taleplerine rağmen herhangi bir karşılık vermedi. Öte yandan 1511’de Güney Anadolu’daki Tekeli Türkmenleri ayaklanarak İran’a yöneldiler. Osmanlı ordusu ayaklanmayı bastıramadı. Sivas yakınlarında yapılan savaşta Şahkulu Baba Tekeli’nin öldürülmesine rağmen Tekeliler, Erzincan yakınlarında ticaret kervanını yağmaladıktan sonra İran’a ulaşmayı başardılar. Şah İsmâil, Tekeliler’in ileri gelenlerini ticaret kervanlarına saldırdıkları gerekçesiyle idam ettirip aşiret mensuplarını diğer kızılbaş reisleri arasında paylaştırdı. Şah İsmâil’in, askerî gücünü oluşturan Türkmenler’in ağırlık merkezinin Anadolu olması dolayısıyla Osmanlı topraklarına ilgisi devam ediyordu. 1512’de Rumlu Nûr-Ali Halife, kızılbaş Türkmenler’i toparlayıp Safevî ordusuna katılmalarını sağlamak amacıyla Anadolu’ya gönderildi. Nûr-Ali, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan topladığı kızılbaş Türkmenler ile Tokat yakınlarında Osmanlı ordusunu hezimete uğrattı. Tokat’ı kısa bir süre elinde tutarak Şah İsmâil adına sikke kestirdi. Bu olaylar sırasında II. Bayezid’in torunu ve Şehzade Ahmed’in oğlu Murad kızılbaş tacı giyerek Şah İsmâil taraftarları arasında yer aldı.

II. Bayezid’in yerine geçen oğlu Yavuz Sultan Selim, hem devlete sarsılmış olan itibarını yeniden kazandırmak hem de Safevîler’in Anadolu ile olan ilişkilerini kesmek amacıyla savaş hazırlıklarına girişti. Diyarbekir hâkimi olan Ustaclu (Ustacalu) Muhammed Han, Dulkadır ve Memlük askerlerine karşı kazandığı küçük çaplı başarıların etkisiyle Yavuz Sultan Selim’e hakaret dolu bir mektup gönderdi. Ancak iki tarafı savaşa zorlayan asıl sebep, Akkoyunlular’ın Osmanlı Devleti ile sınır durumundaki batı topraklarının kısa bir süre de olsa sahipsiz kalması idi. Şah İsmâil, Akkoyunlu hânedanına son vermesine rağmen İran topraklarında henüz tam hâkimiyet kuramamış, Osmanlı Devleti’nin doğu sınırları güvensizliğe sürüklenmişti. Bu gelişmeler iki taraf arasındaki dinî rekabete bir de siyasal ve stratejik boyut kazandırdı.

Osmanlı ordusunun İran topraklarında ilerlediği haberi ulaştığında Şah İsmâil Hemedan’da bulunuyordu, Kızılbaş Türkmenler’den oluşan ordusu ile Osmanlılar’ı karşılamaya çıktı. Ancak bu hareketinde tam bir kararlılık içinde bulunmadığı, ordu toplanırken avla meşgul olduğu, Osmanlı ordusunun tedbirsiz bir şekilde Çaldıran ovasına girdiği esnada kızılbaş reislerini toplayıp müşaverede bulunduğu, Ustaclu Muhammed Han’ın düşman ordusunun toparlanmasına fırsat vermeden savaşa girişilmesi hususundaki telkinini dinlemeyerek beklediği, böylece Osmanlılar’ın toparlanmasına imkân vermiş olduğu belirtilmektedir. 2 Receb 920’de (23 Ağustos 1514) Hoy yakınlarındaki Çaldıran ovasında yapılan savaşta Safevîler ağır bir yenilgiye uğradı. Şah İsmâil savaş meydanından ayrılarak Dergezîn’e çekildi. Kızılbaş reislerinden Avşarlı Sultan Ali, Şah İsmâil zannedilerek yakalandıysa da gerçek ortaya çıkınca öldürüldü. Savaşın ardından Kemah ve Diyarbekir Safevîler’in elinden çıktı. Böylece Akkoyunlular’ın batı toprakları geniş ölçüde Osmanlı egemenliğine girmiş oldu (bk. ÇALDIRAN SAVAŞI).

Çaldıran mağlûbiyeti Şah İsmâil’in yenilmezliği inancına büyük darbe vurdu. Bâbür Şah, Kandehar ve Belh’i ele geçirdi. Ubeydullah Han Horasan’a saldırdı. Ülkenin değişik yerlerinde küçük çaplı isyanlar çıktı. Kızılbaş reisleri arasında Şah Tahmasb döneminde baş gösteren rekabetin ilk tohumları bu yenilginin ardından atılmaya başladı. Şah İsmâil, Çaldıran yenilgisinden sonra hem bürokraside hem askeriyede yeni tayinler yaptı. Savaşta hatalı davrandığına inandığı kumandanlarını öldürttü. Osmanlılar’la barış yapmak için Yavuz Sultan Selim’e elçiler gönderdiyse de bundan bir netice çıkmadı. Osmanlılar’a karşı Avrupa devletleriyle ittifak kurma çabaları ise kendi sağlığında sonuca ulaşmadı. Macar Kralı II. Lajos’un elçisi 1516’da Tebriz’e geldi, İspanya Kralı Carlos da (V. Karl) bir heyet yolladı. Şah İsmâil ancak 1523’te V. Karl’a bir mektup gönderdi; burada Osmanlılar’a karşı birlikte savaşma teklifinde bulundu. 1524’te bir Portekiz elçilik heyeti Şah İsmâil’in ölümünden hemen önce Tebriz’e geldi. Şah İsmâil bu teşebbüslerine rağmen vefatına kadar sakin bir hayat sürdü. Devlet işlerini daha çok emîrlerine havale edip kendisi av ve eğlence ile meşgul oldu. 19 Receb 930’da (23 Mayıs 1524) Tebriz’de vefat etti, cenazesi Erdebil’de ecdadının bulunduğu yere defnedildi. Onun zamanında Azerbaycan, Horasan, Fars, Irâk-ı Acem, Irâk-ı Arab, Kirman ve Hûzistan Safevîler’e bağlanmış; Belh, Kandehar ve Diyarbekir de zaman zaman Safevî hâkimiyetinde kalmıştır.

Şah İsmâil’in sağlam vücutlu ve kuvvetli bir kişi olduğu belirtilir. Diğer kızılbaşlar gibi o da sakalını tıraş edip sadece bıyık bırakırdı. Avcılığa meraklı ve iyi okçuydu. Kendilerini yolunda ölmeye adamış kızılbaşlar ona tam bir itaatle bağlı bulunduğundan her vesile ile adını anarlardı. Mührü “Z” şeklinde ve yarım ceviz büyüklüğünde olup ortasında kendi adı, etrafına da on iki imamın adları kazınmıştı. İran’da on iki imam Şîa’sının tesisi konusunda kararlı bir yol izlemiş, yerli Şiî ulemâsının yanı sıra Cebeliâmül, Kûfe ve Bahreyn’deki Şiî ulemâsını İran’a davet ederek fıkhî meselelerde ortaya çıkacak problemleri gidermeye ve İsnâaşeriyye Şîası’nın esaslarının belirlenmesine çalışmıştır. Böylece kızılbaşların ve sûfîlerin dinî anlayışında köklü değişiklikler yapmıştır. Bu yeni mezhebe girmeye gönüllü olmayanlara karşı çok acımasız davranmış, böylece İran’ın neredeyse tamamen Şiîleşmesini sağlamıştır. Irak ve Meşhed’deki Şiî imamlarının türbelerini tamir ettirmiş, imamzâdeler için türbeler yaptırmış, on iki imam adına sikkeler kestirmiştir. Fırat ırmağından Necef’e su getirtmiştir. Ordu ve eyalet idaresi kızılbaş Türkmen reislerine, bürokrasi daha çok Farslar’a bırakılmıştır. Bu dönemde fıkıhta Muhakkık Kerekî, bürokraside Emîr Zekeriyyâ-yı Tebrîzî, Mahmûd Hân-ı Deylemî, Kadı Şemseddîn-i Lâhîcî, Emîr Necm-i Reştî, Emîr Necm-i Sânî, Mîr Seyyid Şerîf-i Şîrâzî ve Şemseddin İsfahânî önemli şahsiyetlerdir. Öte yandan kadîm İran geleneğinde var olan, şahın hem dinî hem siyasî otoriteyi elinde bulundurma anlayışını yeniden canlandırmıştır. Şah İsmâil “Hatâî” mahlası ile Türkçe ve az sayıda Farsça şiirler yazmıştır.

 

Sebilci Hüseyin Efendi: Ben bu aşkın mecnûnuyum

Nutuk : Belirsiz
Beste : Sebilci Hüseyin Efendi
Makam : Uşşak
Usul : Düyek
Okuyan : Sebilci Hüseyin Efendi

Ben bu aşkın mecnûnuyum
Hay benim baba sultânım
Mah cemâline meftûnum
Hay benim baba sultânım

Sözlerin hep hakîkatdir
Tarîkin hak şerî’atdir
Bilenlere ne devletdir
Hay benim baba sultânım

Resûl’ün aşkına yandım
Aşkın şerâbına kandım
Şem’-i pervâneye döndüm
Hay benim baba sultânım

Hakk bize vermişdir ni’met
Her âdeme olmaz kısmet
Geylânî’ye cândan hizmet
Hay benim pîrim sultânım Okumaya devam et “Sebilci Hüseyin Efendi: Ben bu aşkın mecnûnuyum”

toprağından fazladır sende yatan adamlar, sen silahın inançla son döğüştüğü yersin!

Övün ey Çanakkale, cihan durdukça övün!
Ömründe göstermedin bin düşmana bir gün.
Sen bir büyük milletin savaşa girdiği gün,
Başına yüz milletin birden üşüştüğü yersin!
Sen savaşa girince mızrakla, okla, yayla.
Karşına çıktı düşman çelikten bir alayla.
Sen topun donanmayla, tüfeğin bataryayla,
Neferin ordularla boy ölçüştüğü yersin!
Toprağından fazladır sende yatan adamlar,
Irmağın kanla çağlar, yağmurun kanla damlar.
O cenkten armağandır sana kızıl akşamlar,
Sen silahın inançla son döğüştüğü yersin!

Söz: Faruk Nafiz Çamlıbel
Beste: Uğur Işılak

şavkıması sana doğru yolların, sana doğru denizlerin çağrısı

Beste: Cinuçen Tanrıkorur
Güfte: Feyzi Halıcı
Makam: Kürdilihicazkar
Usûl: Nim Sofyan
Şavkıması sana doğru yolların
Sana doğru denizlerin çağrısı
Çırıl çırıl ötelerde bir güzel
Günaydınım, narçiçeğim, sevdiğim

Çıkmaz sokaklarda bu minyatür kim
Bu gögüs kim, ya bu gözler, bu saçlar
Uzak bir özlemde ayak sesleri
Günaydınım, narçiçeğim, sevdiğim

Bu yıldızlar doğan günü çağrışır
Bu gündüzler gözlerini çağrışır
Ya kimlere verdin avuçlarını
Günaydınım, narçiçeğim, sevdiğim

Vurdum tellerine seni sazımın
Sende anahtarı alın yazımın
Yağmur yağmur serpil yalnızlığıma
Günaydınım, narçiçeğim, sevdiğim

ahbap çavuşlar – sezen aksu: Biter mi dert bitmez hadi kalk Yürü Rumeli Kavağı’na

Sezen Aksu yakın bi zaman önce youtube kanalında yazdığı şarkıların, sözlerin demo kayıtlarına yani şarkılara verdiği ilk nefeslere şarkının şarkı olma sürecinden, tarihinden, kimlerin emek verdiğinden uzun sürdüyse niye uzun sürdüğünden yapılan değişikliklerden samimi bir notla bahsederek yer veriyor. Biz de seni öpüyoruz Sezen 🙂

AHBAP ÇAVUŞLAR

Ahbap Çavuşlar, 2010 yılında Cihan Okan tarafından seslendirildi. Yeri gelmişken Cihan Okan’ın kendi adını taşıyan albümünü mutlaka dinleyin derim. Söz ve beste 2008’de hazırdı aslında ama bizim işimizde planlama yaparken evdeki hesap çarşıya uymaz genelde. Nitekim albümün çıkışı 2010’da oldu.

Bu demonun da demosu hali şarkının. O yüzden sonradan Saadettin Kaynak Bey’in Üzgünüm Leyla eserine yaptığım gönderme henüz yok bu halinde. Hatırladığım kadarıyla bir hücum kayıt, çünkü udun, benim ve back vokalin olduğu tek bir kanal var elimizde. Udu Hüseyin Bitmez çalıyor, Mine Geçili Bitmez nakaratlarda eşlik ediyor şakıyarak. Makam müziğinin en altı çizilmiş örneklerinden biridir aynı zamanda.

Çalın, söyleyin, eğlenin, çok çoşarsanız da azcık kıvırtırırsınız…

Öperim yanaklarınızdan…
Sezen

====================================================

Biter mi dert bitmez hadi kalk
Yürü Rumeli Kavağı’na
Dertleşelim dökelim içimizi
Balıkçıların ağına

Gün batımı kızıla boyarken
Gece yar gibi girsin koynumuza
Suya vursun ayın şavkı
Çalarken ‘Üzgünüm Leyla’

Vuralım sahile deli dalga gibi
Gönül şenlensin
Takalar açılırken kara sulara
Gözümüz nemlensin

Şerefine aşkın, acının, anıların
Dolsun kadehler
Baş köşeye kurulsun ahbap çavuşlar
Ufak ufak demlensin

De hadi kur masayı iki tek atalım
Diller dolansın
Bu gece meyhanede yatalım
Kader utansın

Şerefine aşkın, acının, anıların
Dolsun kadehler
Baş köşeye kurulsun ahbap çavuşlar
Ufak ufak demlensin

Ağarınca gün Boğaziçi’ne koyarız kendimizi
Tuzlamaya sallayıp kaşığı
Tamamlarız keyfimizi
Devam bıraktığımız yerden
Ürperir ten serin seherden
Yıkar mı bize be hadi ordan dünya gailesi

küsmüş müsün selamımı almadın, yeller mi savurdu küllerin hani

SEFİL BAYKUŞ

Sefil baykuş ne gezersin bu yerde
Yok mudur vatanın illerin hani
Küsmüş müsün selamımı almadın
Şeyda bülbül şirin dillerin hani
Civan da canına böyle kıyar mı
Hasta başın taş yastığa koyar mı
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı
Al giy allı balam şalların hani
Sen de Hıfzı gibi tezden uyandın
Uyandın da taş yastığa dayandın
Aslı Hanım gibi kavruldun yandın
Yeller mi savurdu küllerin hani

Kağızmanlı Hıfzı

DSC_0028


Sefil baykuş ne yatarsın burada,

Yok mudur vatanın ellerin hani,

Küsgün müsün selamımı almazsın,

Öter şeyda bülbül dillerin hani,

Bir koyun bir kuzu divana durdu,

Yemez mi dağların kuşiyle kurdu,

Durnam yoksa seni avcı mı vurdu,

Durnam teleklerin tellerin hani,

Can da cananına böyle kıyar mı,

Hasta başın taş yastığa koyar mı,

Ergen kıza beyaz donlar uyar mı,

Kumaş beste beste şalların hani,

Aç kapıyı emmim kızı gireyim,

Hasta değil misin halin sorayım,

Susuz değil misin bir su vereyim,

Çaylarda çalkanan sellerin hani,