göç eyleyip her dağlarda yaylanmaz başı bölük bölük gar olmayınca dünya malıyıñan goñül aylenmez gönülden bilecek yar olmayınca
dost elinden gel olmazsa varılmaz rızasız bahçenin gülü derilmez (derilmez) göñül yarasına derman bulunmaz(bulunmaz, bulunmaz) yare eliyñen yara sarılmayınca
istemem dikeni güle istemem fena kelamları dile istemem (istemem) cennet-i alâyı bile istemem nidem iki goñül bir olmayınca
bir garibim halimi kimse bilemez bu derde düşenin yüzü gülemez (gülemez) her çalan saz çalar tatlı çalamaz(çalamaz, çalamaz) yar aşkı bağrında nar olmayınca
Senden uzakta hep birşeyler eksik.
Gönlümde derman yok inan bir nefeslik.
Ne bir avuntu, ne de biraz ümit.
Ne yaptın bana, nedir bu sessizlik.
İçimde birşey acıyor sen gelince aklıma, herşeyim.
Yerine sevemem, yerine sevemem
Razıyım yapayalnız tükensin yıllarım, ama
Yerine sevemem, yerine sevemem
Olmuyor denedim, yine de yerine sevemedim herşeyim
Kerem kıl ey saki verme yüz bana Gönül o yüzlerden farıdı gitti
Sevda illetinden açma söz bana O illet bana bir nar idi gitti
Evvelden gül gibi olurdum handan Şimdi bülbül gibi kalmışım giryan
Ya nice ağlayıp etmeyim efgan Yarim sadakatli yar idi gitti
Yarin cemaline muvafık ismi Hüsnüne düşmüştür mutabık ismi
Ne zaman okunsa bir âşık ismi Derler ki bir Emrah var idi gitti
Söz: Erzurumlu Emrah
Beste: Uğur Işılak
farımak: (Ar. fāriġ “bir şeyden vazgeçen kimse” ve karı-mak “yaşlanmak” fiilinin karışmasıyle ortaya çıkmış olabilir) (-den) E. T. Türk. ve halk ağzı. 1. Bezmek, bıkmak, usanmak, vazgeçmek: Gönül farımadı güzel sevmeden / Ak göğsün bendi de gümüş düğmeden (Karacaoğlan). Yolum yokuşa dayandı / Farıdı gönlüm farıdı (Âşık Veysel). 2. (–) Yıpranmak, ihtiyarlamak, eskimek: Cism içinde can imişsin bir zaman / Vaktin geçmiş farımışsın sevdiğim (Erzurumlu Emrah).
muvâfık: (ﻣﻮﺍﻓﻖ) (Ar. muvāfaḳat “uygun olmak”tan muvāfiḳ) 1. Uygun, münâsip: En muvâfık hareket bu idi (Hüseyin R. Gürpınar). Necip hemşîreme pek muvâfık, fakat hemşîrem Necib’e hiç lâyık değildir (Mehmet Rauf). 2. i. Aynı tarafı destekleyen, aynı görüşü paylaşan, birbirine muhâlif olmayan kimselerden her biri: “Muvâfık, muhâlif hepsi salonda idi.” ѻ Muvâfık bulmak (görmek): Uygun görmek: İşi yine doğrudan doğruya Talat Hanım’a açmayı muvâfık buldu (Hüseyin R. Gürpınar). Muvâfık gelmek: Uygun, elverişli görünmek. Muvâfık olmak (düşmek): Uygun olmak:Bu hâle hükm-i tabîat demek muvâfık olur (Abdülhak Hâmit). Bu hareketi îcâb-ı sadâkate muvâfık düşmüyordu (Hüseyin R. Gürpınar).
mutâbık: (ﻣﻄﺎﺑﻖ) (Ar. ṭabḳ “uygun gelmek, rast gelmek”ten muṭābiḳ) 1. Herhangi bir konuda karşılıklı olarak anlaşmaya varan, anlaşan, birbiriyle uzlaşan. 2. Uygun, münâsip, muvâfık: Bu vâkıa mutâbık-ı hakîkat olmaktan uzak bir dalâlettir (Kâtip Çelebi’den Seç.).Benim cihandaki hâlim buna mutâbıktır (Abdülhak Hâmit). ѻ Mutâbık kalmak:Karşılıklı olarak anlaşmak, uzlaşmak, uyuşmak: Üçü de bu karârın üzerinde mutâbık kaldı(Aka Gündüz). Eğer denildiği gibi dâvâ fikir suçu dâvâsı ise bunun üzerinde mutâbık kalmak lâzımdır (Burhan Felek). Mutâbık olmak: Anlaşmak, uymak.