Oswald Spengler’in Der Untergang des Abendlandes (Batı İllerinin Harâbîliği) kitabına, bu kitabın (Batının Çöküşü- Materyalist hümanistlerden, ütopyalardan, “daha iyi bir dünya” taraftarlarından nefret ederdi. Ona göre barış, tek taraflı bir çözüm şeklidir. İnsanın makina karşısındaki tavrını eleştirir. Mühendisler birer “makina papazı” olmamalıdır. Makina dünyaya hakim olduğu sürece her Avrupalı ona hayranlık duyacaktır. Buna karşılık Hintli, Çinli veya doğulu herhangi bir insan ondan içten içe nefret etmektedir. Fakat sanayiye ve zengin olmaya kim karşı çıkabilir?) doğru ve yerinde hükümler ihtiva ettiğine her iki dünya savaşının da mağlubu olarak halen muamele gören Almanya’ya rağmen inanırım. Tıpkı aynı yazarın Hitler’i bir kahramana değil ancak operanın bir soytarısına benzetilebileceğini telmih eden hükmüne yürekten inandığım gibi. Okumaya devam et “İsmet Özel: II. Osman saltanatından itibaren her sahada çektiğimiz acılar yanımıza kâr kaldı.”
Etiket: kafir
çamaşıra düşman, lekelere dost: müslümanlık iddiamızı çürütecek her şey aleyhimizedir
3 Nisan 2018 İsmet Özel yazısı.
Menşei itibariyle ve intikal vesilesi göz önüne alındığında kızıl bayrağımızı beyazlığıyla süsleyen ay yıldızı ne bugün bizim anladığımız Müslümanlıkla, ne de bugünkü dünyanın anladığı Türklükle irtibatlandırmak mümkündür; ama bütün dünyanın bizim ay yıldızımızı görür görmez bundan hem Müslümanlık, hem de Türklük intibaı edinmesinin önüne hiç kimse geçemiyor.
Böyle bir algıyı dünyada yürütülen her türlü siyasetin yıldırıcı teşhis gücüyle açılan anlam alanı intaç ediyor. Vakıalara teşhis koyan siyasetin kendisidir. Siyaseti kimisi politika olarak anlar. Çevir kaz yanmasın. Kimisi için siyaset idamdır. Bazıları seyislikle siyaseti eş tutar. Bu yaklaşımlardan hangisini benimsersek benimseyelim siyasetin asırlardan beri yılarak ve yıldırarak yapılabilen bir şey olduğunu gözden kaçırırsak siyaset yapamaz, siyasi bir başarıya varamayız. Yılmak ve yıldırmak çıplak insan münasebetlerinin mihveridir. Demek ki, insan münasebetleri karşımıza giyinik de çıkabilir. Siyaset karşımıza sıklıkla savaş kıyafetinde çıkacaktır. Asırlardan beri savaş çıkaranlar ben yılmayacağım; ama yıldıracağım diyenler takımıdır. Tarafların kozlarını paylaşılmağı ertelediği zaman dilimine barış demek âdet olmuştur.
Bu mülahazalar tahtında kızların başını örtmesini ay yıldızın yaydığı hissiyata benzetme durumunda kalırız. Bütün dünyada kendini dindar sayan her Katolik ve Yahudi kadının başı açık gezmekten rahatsız olduğu bilinir. Buna mukabil aynı “bütün dünya”nın zihni “örtülü” kadını Müslüman kadınla özdeşleştirmiştir. Okumaya devam et “çamaşıra düşman, lekelere dost: müslümanlık iddiamızı çürütecek her şey aleyhimizedir”
dünyayı bu bilgisizliğimi yanıma alarak terk etmek isterdim.
Türk askerine mehmetcik adını veren Medîne Müdâfii Fahrettin Paşa kimdir?
Türk askerine mehmetcik diyoruz? Peki neden?
Ne yapmıştı Fahrettin Paşa Medine’de? Askerlerinin birer küçük Muhammed olduğunu tespit etmişti. “Mehmetçik” ifadesi Medine Müdafaasının hatırasıdır. 1917’den sonra “Mehmetçik” sözü erat için kullanılır oldu, zabitan için değil. Ümmet-i Muhammed’in başına ne geldiğini Fahrettin Paşa biliyordu. Bu bilgisi ona adı “kutsal emanetler” diye geçen eşyayı İstanbul’a, paha biçilemez Türk şehrine nakletme yükü yükledi. Günümüzde Müslüman kisvesiyle ortalıkta dolaşanlara sorulsa bu tutuma “tarihi eser kaçakçılığı” yaftası yapıştıracakları besbelli. Besbelli olan hiç birinin Türk İstanbul tamlamasına anlam veremeyişleridir. İstanbul haricinde nerede kâfir tasallutundan korunabilirdi Medine’de muhafaza edilemeyen? Söğüt, Bursa, Edirne Osmanlı sülâlesine payitahtlık etti. İstanbul ise üstünlüğünü dünyanın gözüne sokan Türklerindi.
14 Haziran 2014
İsmet Özel
Okumaya devam et “Türk askerine mehmetcik adını veren Medîne Müdâfii Fahrettin Paşa kimdir?”
Türklerin bir geleceği var mı? Varların bir geleceği Türk mü?
Ağzımdan çıkanı kulağım şu şekilde işitiyor: Varların bir geleceği Türk değilse, Türklerin de bir geleceği yoktur, olmayacaktır. Ağzım “varlar” dediğinde kulağım hem mevcudatı, hem de mahiyeti işitiyor. Hem var olanların vücut bulduklarına kani oluyor, hem de onların ispat edilişinden memnuniyet duyuyorum. Varlar ki, hesaba çekilecekler. Hesaba çekileceğim ki varım.
Türk topraklarında vebadan kaçar gibi milliyetçilikten kaçılıyor. Hangi milliyetçilikten? Sadece Türk milliyetçiliğinden. “Ulusalcılık” garabetine Türk milliyetçiliği denilemeyeceği bütün ahmakların aklına yatıyor. Milliyetçilik davası Müslim ve gayr-i Müslim her türden anasırın yürüttükleri bir dava. Türk milliyetçiliği takbih edilmek üzere hazırda bekletiliyor; ama elimizin altında hazır (konfeksiyon) bir Türk yok. Ismarlamak istesek kime müracaat edeceğimiz meçhul.
Yaşadığımız topraklarda Türk kelimesini önce ihtida etmiş bin türlü yerleşik (medeni?) anasır bir şekilde, aslına matuf “Török” ifadesini örtecek bir şekilde kullandı. “Al turpu vur Türk’e yazık oldu al turpa” diyen onlardır. Tıpkı bir zamanlar ilk hıristiyanlaşan Rumların henüz hıristiyanlaşmamış Rumlara seslenirken “Yunan” ibaresini kullanışları gibi… Tanzimat sonrasında Yahudiler, yaşadığımız topraklarda başımızdan geçenleri hiçe sayıp, kendilerini de Türk dairesine sığdırabilecek, Hazar merkezli bir kavmin adı olarak hakkında literatür üretilen Türk’ü icat ettiler. En sonunda inkılâpçı Cumhuriyet rejimi ceberrut devlete sadık, İslâm’ın vecibelerine bigâne Türk uğruna varını yoğunu harcadı. Türk karmakarışıktı. Ağyarını mâni, efradını câmi bir Türk kimsenin bilgisi dahilinde olmadı. Türk hiçbir zaman şark kurnazlığını tedaiden geri durmadı. Okumaya devam et “Türklerin bir geleceği var mı? Varların bir geleceği Türk mü?”