Oswald Spengler’in Der Untergang des Abendlandes (Batı İllerinin Harâbîliği) kitabına, bu kitabın (Batının Çöküşü- Materyalist hümanistlerden, ütopyalardan, “daha iyi bir dünya” taraftarlarından nefret ederdi. Ona göre barış, tek taraflı bir çözüm şeklidir. İnsanın makina karşısındaki tavrını eleştirir. Mühendisler birer “makina papazı” olmamalıdır. Makina dünyaya hakim olduğu sürece her Avrupalı ona hayranlık duyacaktır. Buna karşılık Hintli, Çinli veya doğulu herhangi bir insan ondan içten içe nefret etmektedir. Fakat sanayiye ve zengin olmaya kim karşı çıkabilir?) doğru ve yerinde hükümler ihtiva ettiğine her iki dünya savaşının da mağlubu olarak halen muamele gören Almanya’ya rağmen inanırım. Tıpkı aynı yazarın Hitler’i bir kahramana değil ancak operanın bir soytarısına benzetilebileceğini telmih eden hükmüne yürekten inandığım gibi. Okumaya devam et “İsmet Özel: II. Osman saltanatından itibaren her sahada çektiğimiz acılar yanımıza kâr kaldı.”
Etiket: mümin
Yunus olma cahillerden, ırak olma ehillerden, Cahil ne var mümin ise, cahillikten kalır değil.
Müminin işi taaccübe şayandır
İsmet Özel‘in radyoda yaptığı 40 Hadis serlevhalı programında işlediği “Müminin işi taaccübe şayandır” hadisi.
taaccüb: (ﺗﻌﺠّﺐ) i. (Arapça ‘aceb “şaşmak”tan te‘accub) Şaşma, hayret etme.
İsmet Özel 15 Mart 2017 tarihli köşe yazısı
Arnavuti Zoti veya Nereden Çıktı Bu Kuyruklu Kürtler? (II)
Eğer XX. Hıristiyan asrının ilk çeyreği kapanmadan vuku (meydana gelme) bulan Sakarya Meydan Muharebesi aleyhimize sonuç verseydi bugün biz Türklerin adı sadece ansiklopedilerde anılacaktı. Keşke! diyenleri işitir gibiyim. Varsa sözüm demeyenleredir. Hakikatin neye, gerçeğin neye tekabül ettiğini tahayyül (hayal) bile etmekten aciz mahlûkatın (bütün yaratıkların) ekseriyeti (çoğunluğu) teşkil ettiği (oluşturduğu) ülkede hâlâ Türk adının devam etmesinden bir anlam çıkarılabilir mi? Tarih bir şey söylüyor. Öğrenmeği öğrenmiş olana tarih Türklük davasının İslâm davasından başka bir şey olmadığını bildiriyor. Hangi dilde söylüyor bunu ve o dili bilenin kursağında ne var? İşte zurnanın zırt dediği yer burası. Tarihin Türklüğe mahsus vasıfları millî varlığı Türklerin zulmü sebebiyle zarar görmüş her hangi bir unsurun kulağına söylemesinin imkânı yok. Türk kime, hangi sebeple zulmetti? Böyle bir suale tarih cevap verir mi? Tarihin ümüğüne basıp işkence ederek ve/veya tarihe rüşvet verip ahlaksız tekliflerde bulunarak ona neler söyletilebilir?

Kaba kuvvet ve para… Aynı şeyin iki yüzüdür bunlar. Böyle olduğu için tarih boyunca ne haydutluğu, ne de ticareti birbirinden uzak tutmağa bir kimsenin gücü yetebilmiştir. Dünyevî iktidar dediğimiz şey kaba kuvvet ve paranın hangi nispette olursa olsun birbiriyle telif (uyuşmalarını sağlama) edildiği alanda kararına kavuştu. Kula kulluğu allayıp pullayan dünyevî iktidar İblis’ in Âdem aleyhisselâm’a secde etmeği reddettiği andan itibaren her cins insanı bir kirden alıp başka bir kire bulaştırdı. Şiir doğmasaydı iktidarlar zulmünün habis (çok tehlikeli, öldürücü) kıskacına düşmüş insanlığın nefes almasına da imkân doğmayacaktı. Tarih içinde şiirin parlamasıdır insana mücadele şevki veren. Tarihlenmiş şiirin paraya ve kaba güce karşı panzehir vasfıyla belirip parlaması insanlığın nefessiz kalıp boğulmasına engel oldu. Kimileri kendilerinin de bir parçası oldukları kaba güç ve para habasetine (alçaklık) bahane bulmak için tarihin galipler tarafından yazıldığını söyler. Tarihi galipler yazar hükmünü benimsemek aslı olmayan bir şeyin asıl yerine geçmesine itirazdan feragat etme (hakkından vazgeçme) anlamına gelmekle kalmaz, güçten ve paradan medet ummanın varacağı yer hakkın tecellisi (görünme, belirme) karşısında nâdanlık (câhil, bilmez, bilgisiz) ve bîgâneliktir (kayıtsız, ilgisiz, alâkasız, lâkayt).
İnsanın muhtaç olduğu hayatiyeti galiplerin yazmaktan imtina (kaçınma) ettikleri, isteseler bile yazamayacakları tarih yüklendi. Nitekim vakti gelip Kur’an nâzil (inmek, nüzul etmek) olunca hakkın tecellisi hususundaki gevşekliğe son verme fırsatı insanoğlunun eline geçmiş oldu. Kur’an-ı Kerîm’e rağmen galiplerin yazdığı tarih âlemin ağzına sakız olmaktan geri durmadı. Müslüman bu akıntıya kapılsa da Mü’min tarih yükünden vazgeçmedi. Mü’min de bir şey çiğniyor, onun da hem dilinin üstünde, hem dilinin altında bir şey, bir şeyler var. Mü’minin çenesini kıpırdar gören bilsin ki, onun ağzında cümle âlemin çiğnemekte beis görmediği sakız değil sadece helâl lokma vardır. Her kim ki, küfre rıza göstermemiştir, o kişi Büyük Millet Meclisi’nin uhdesine (sorumluluğuna bırakmak) önce Saltanat, bilahare (daha sonra) Hilafet tevdi (teslim etme, emânet etme, verme) edildiğini akıldan çıkarmaz. O halde Türk olarak vazife hissimiz bizi hangi münasebetlerin milleti önce Saltanatla, bilahare Hilâfetle merbut (bağlı, bağlanmış, raptedilmiş) kıldığına dair bilgiye ve bilince kavuşma çabasına sürüklüyor. İnsanın bünyesi sakızı yutarsa neye, helâl lokmayı yutarsa neye maruz kalır? That’s the question. Okumaya devam et “İsmet Özel 15 Mart 2017 tarihli köşe yazısı”