Etiket: söz

SERÂPÂ ne demek? cümle içerisindeki kullanımı

SERÂPÂ ne demek? cümle içerisindeki kullanımı

(ﺳﺮﺍﭘﺎ) zf. (Fars. ser “baş”, pekiştirme elifi -ā- ve pā “ayak” ile ser-ā-pā)

Baştan ayağa kadar, baştan başa, bütün, tamâmen:

Bu küçük kızın üzerinde dar ve serâpâ ilikli bir çerkes paltosu vardı (Sâmipaşazâde Sezâî).

Bu mırıltıları seçebilmek için serâpâ kulak kesilmiş gibi bir dikkatle dinledi (Hüseyin R. Gürpınar).

Serâpâ güzelsin… Hicap etme hiç (Orhan S. Orhon).

dûrendiş ne demek, anlamı nedir?

(ﺩﻭﺭﺍﻧﺪﻳﺶ) sıf. ve i. (Farsça dūr “uzak” ve endіş “düşünen” ile dūr-endіş) İleriyi düşünen, uzağı gören, her işin sonunu ölçüp biçen, tedbirli (kimse), müdebbir anlamına gelmektedir.

Cümle içerisinde örnek kullanımları: Her kavmin ukalâ-yı dûrendîşi bu mütâlaalarda müttehidü’l-efkârdır (Ziyâ Paşa).

Bu bir ihtiyârî hicret olacak. İhtiyârî bir hicreti ise insanlar ne kadar dûrendiş olurlarsa olsunlar yine tereddütle, batâetle göze aldırırlar (Yahyâ Kemal).

ahbap çavuşlar – sezen aksu: Biter mi dert bitmez hadi kalk Yürü Rumeli Kavağı’na

Sezen Aksu yakın bi zaman önce youtube kanalında yazdığı şarkıların, sözlerin demo kayıtlarına yani şarkılara verdiği ilk nefeslere şarkının şarkı olma sürecinden, tarihinden, kimlerin emek verdiğinden uzun sürdüyse niye uzun sürdüğünden yapılan değişikliklerden samimi bir notla bahsederek yer veriyor. Biz de seni öpüyoruz Sezen 🙂

AHBAP ÇAVUŞLAR

Ahbap Çavuşlar, 2010 yılında Cihan Okan tarafından seslendirildi. Yeri gelmişken Cihan Okan’ın kendi adını taşıyan albümünü mutlaka dinleyin derim. Söz ve beste 2008’de hazırdı aslında ama bizim işimizde planlama yaparken evdeki hesap çarşıya uymaz genelde. Nitekim albümün çıkışı 2010’da oldu.

Bu demonun da demosu hali şarkının. O yüzden sonradan Saadettin Kaynak Bey’in Üzgünüm Leyla eserine yaptığım gönderme henüz yok bu halinde. Hatırladığım kadarıyla bir hücum kayıt, çünkü udun, benim ve back vokalin olduğu tek bir kanal var elimizde. Udu Hüseyin Bitmez çalıyor, Mine Geçili Bitmez nakaratlarda eşlik ediyor şakıyarak. Makam müziğinin en altı çizilmiş örneklerinden biridir aynı zamanda.

Çalın, söyleyin, eğlenin, çok çoşarsanız da azcık kıvırtırırsınız…

Öperim yanaklarınızdan…
Sezen

====================================================

Biter mi dert bitmez hadi kalk
Yürü Rumeli Kavağı’na
Dertleşelim dökelim içimizi
Balıkçıların ağına

Gün batımı kızıla boyarken
Gece yar gibi girsin koynumuza
Suya vursun ayın şavkı
Çalarken ‘Üzgünüm Leyla’

Vuralım sahile deli dalga gibi
Gönül şenlensin
Takalar açılırken kara sulara
Gözümüz nemlensin

Şerefine aşkın, acının, anıların
Dolsun kadehler
Baş köşeye kurulsun ahbap çavuşlar
Ufak ufak demlensin

De hadi kur masayı iki tek atalım
Diller dolansın
Bu gece meyhanede yatalım
Kader utansın

Şerefine aşkın, acının, anıların
Dolsun kadehler
Baş köşeye kurulsun ahbap çavuşlar
Ufak ufak demlensin

Ağarınca gün Boğaziçi’ne koyarız kendimizi
Tuzlamaya sallayıp kaşığı
Tamamlarız keyfimizi
Devam bıraktığımız yerden
Ürperir ten serin seherden
Yıkar mı bize be hadi ordan dünya gailesi

İsmet Özel 15 Mart 2017 tarihli köşe yazısı

Arnavuti Zoti veya Nereden Çıktı Bu Kuyruklu Kürtler? (II)

Eğer XX. Hıristiyan asrının ilk çeyreği kapanmadan vuku (meydana gelme) bulan Sakarya Meydan Muharebesi aleyhimize sonuç verseydi bugün biz Türklerin adı sadece ansiklopedilerde anılacaktı. Keşke! diyenleri işitir gibiyim. Varsa sözüm demeyenleredir. Hakikatin neye, gerçeğin neye tekabül ettiğini tahayyül (hayal) bile etmekten aciz mahlûkatın (bütün yaratıkların) ekseriyeti (çoğunluğu) teşkil ettiği (oluşturduğu) ülkede hâlâ Türk adının devam etmesinden bir anlam çıkarılabilir mi? Tarih bir şey söylüyor. Öğrenmeği öğrenmiş olana tarih Türklük davasının İslâm davasından başka bir şey olmadığını bildiriyor. Hangi dilde söylüyor bunu ve o dili bilenin kursağında ne var? İşte zurnanın zırt dediği yer burası. Tarihin Türklüğe mahsus vasıfları millî varlığı Türklerin zulmü sebebiyle zarar görmüş her hangi bir unsurun kulağına söylemesinin imkânı yok. Türk kime, hangi sebeple zulmetti? Böyle bir suale tarih cevap verir mi? Tarihin ümüğüne basıp işkence ederek ve/veya tarihe rüşvet verip ahlaksız tekliflerde bulunarak ona neler söyletilebilir?

ismet özel köşe yazısı
İsmet Özel

Kaba kuvvet ve para… Aynı şeyin iki yüzüdür bunlar. Böyle olduğu için tarih boyunca ne haydutluğu, ne de ticareti birbirinden uzak tutmağa bir kimsenin gücü yetebilmiştir. Dünyevî iktidar dediğimiz şey kaba kuvvet ve paranın hangi nispette olursa olsun birbiriyle telif (uyuşmalarını sağlama) edildiği alanda kararına kavuştu. Kula kulluğu allayıp pullayan dünyevî iktidar İblis’ in Âdem aleyhisselâm’a secde etmeği reddettiği andan itibaren her cins insanı bir kirden alıp başka bir kire bulaştırdı. Şiir doğmasaydı iktidarlar zulmünün habis (çok tehlikeli, öldürücü) kıskacına düşmüş insanlığın nefes almasına da imkân doğmayacaktı. Tarih içinde şiirin parlamasıdır insana mücadele şevki veren. Tarihlenmiş şiirin paraya ve kaba güce karşı panzehir vasfıyla belirip parlaması insanlığın nefessiz kalıp boğulmasına engel oldu. Kimileri kendilerinin de bir parçası oldukları kaba güç ve para habasetine (alçaklık) bahane bulmak için tarihin galipler tarafından yazıldığını söyler. Tarihi galipler yazar hükmünü benimsemek aslı olmayan bir şeyin asıl yerine geçmesine itirazdan feragat etme (hakkından vazgeçme) anlamına gelmekle kalmaz, güçten ve paradan medet ummanın varacağı yer hakkın tecellisi (görünme, belirme) karşısında nâdanlık (câhil, bilmez, bilgisiz) ve bîgâneliktir (kayıtsız, ilgisiz, alâkasız, lâkayt).

İnsanın muhtaç olduğu hayatiyeti galiplerin yazmaktan imtina (kaçınma) ettikleri, isteseler bile yazamayacakları tarih yüklendi. Nitekim vakti gelip Kur’an nâzil (inmek, nüzul etmek) olunca hakkın tecellisi hususundaki gevşekliğe son verme fırsatı insanoğlunun eline geçmiş oldu. Kur’an-ı Kerîm’e rağmen galiplerin yazdığı tarih âlemin ağzına sakız olmaktan geri durmadı. Müslüman bu akıntıya kapılsa da Mü’min tarih yükünden vazgeçmedi. Mü’min de bir şey çiğniyor, onun da hem dilinin üstünde, hem dilinin altında bir şey, bir şeyler var. Mü’minin çenesini kıpırdar gören bilsin ki, onun ağzında cümle âlemin çiğnemekte beis görmediği sakız değil sadece helâl lokma vardır. Her kim ki, küfre rıza göstermemiştir, o kişi Büyük Millet Meclisi’nin uhdesine (sorumluluğuna bırakmak) önce Saltanat, bilahare (daha sonra) Hilafet tevdi (teslim etme, emânet etme, verme) edildiğini akıldan çıkarmaz. O halde Türk olarak vazife hissimiz bizi hangi münasebetlerin milleti önce Saltanatla, bilahare Hilâfetle merbut (bağlı, bağlanmış, raptedilmiş) kıldığına dair bilgiye ve bilince kavuşma çabasına sürüklüyor. İnsanın bünyesi sakızı yutarsa neye, helâl lokmayı yutarsa neye maruz kalır? That’s the question. Okumaya devam et “İsmet Özel 15 Mart 2017 tarihli köşe yazısı”