Kerem kıl ey saki verme yüz bana Gönül o yüzlerden farıdı gitti
Sevda illetinden açma söz bana O illet bana bir nar idi gitti
Evvelden gül gibi olurdum handan Şimdi bülbül gibi kalmışım giryan
Ya nice ağlayıp etmeyim efgan Yarim sadakatli yar idi gitti
Yarin cemaline muvafık ismi Hüsnüne düşmüştür mutabık ismi
Ne zaman okunsa bir âşık ismi Derler ki bir Emrah var idi gitti
Söz: Erzurumlu Emrah
Beste: Uğur Işılak
farımak: (Ar. fāriġ “bir şeyden vazgeçen kimse” ve karı-mak “yaşlanmak” fiilinin karışmasıyle ortaya çıkmış olabilir) (-den) E. T. Türk. ve halk ağzı. 1. Bezmek, bıkmak, usanmak, vazgeçmek: Gönül farımadı güzel sevmeden / Ak göğsün bendi de gümüş düğmeden (Karacaoğlan). Yolum yokuşa dayandı / Farıdı gönlüm farıdı (Âşık Veysel). 2. (–) Yıpranmak, ihtiyarlamak, eskimek: Cism içinde can imişsin bir zaman / Vaktin geçmiş farımışsın sevdiğim (Erzurumlu Emrah).
muvâfık: (ﻣﻮﺍﻓﻖ) (Ar. muvāfaḳat “uygun olmak”tan muvāfiḳ) 1. Uygun, münâsip: En muvâfık hareket bu idi (Hüseyin R. Gürpınar). Necip hemşîreme pek muvâfık, fakat hemşîrem Necib’e hiç lâyık değildir (Mehmet Rauf). 2. i. Aynı tarafı destekleyen, aynı görüşü paylaşan, birbirine muhâlif olmayan kimselerden her biri: “Muvâfık, muhâlif hepsi salonda idi.” ѻ Muvâfık bulmak (görmek): Uygun görmek: İşi yine doğrudan doğruya Talat Hanım’a açmayı muvâfık buldu (Hüseyin R. Gürpınar). Muvâfık gelmek: Uygun, elverişli görünmek. Muvâfık olmak (düşmek): Uygun olmak:Bu hâle hükm-i tabîat demek muvâfık olur (Abdülhak Hâmit). Bu hareketi îcâb-ı sadâkate muvâfık düşmüyordu (Hüseyin R. Gürpınar).
mutâbık: (ﻣﻄﺎﺑﻖ) (Ar. ṭabḳ “uygun gelmek, rast gelmek”ten muṭābiḳ) 1. Herhangi bir konuda karşılıklı olarak anlaşmaya varan, anlaşan, birbiriyle uzlaşan. 2. Uygun, münâsip, muvâfık: Bu vâkıa mutâbık-ı hakîkat olmaktan uzak bir dalâlettir (Kâtip Çelebi’den Seç.).Benim cihandaki hâlim buna mutâbıktır (Abdülhak Hâmit). ѻ Mutâbık kalmak:Karşılıklı olarak anlaşmak, uzlaşmak, uyuşmak: Üçü de bu karârın üzerinde mutâbık kaldı(Aka Gündüz). Eğer denildiği gibi dâvâ fikir suçu dâvâsı ise bunun üzerinde mutâbık kalmak lâzımdır (Burhan Felek). Mutâbık olmak: Anlaşmak, uymak.
Âtîyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
Îmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit! “İki el bir baş içindir.”
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin, niye bilmem ki, süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
(…)
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
(…)
Yeis öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: Telâfi edecek bunca zarar var.
(…)
âtî: gelecek ziyâ: ışık meyyit: ölü yeis: ümitsizlik hüsran: zarar halk: yaratma
günümüz türkçesi ile: Geleceği karanlık görerek azmi bırakmak… Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak. Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle. Îmânı olan kimse gebermez bu ölümle: Ey dipdiri ölü! “İki el bir baş içindir.” Davransana… Eller de senin, baş da senindir! His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin? Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin. Kurtulmaya azmin, niye bilmem ki, süreksiz? Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
(…)
Âlemde ışık kalmasa, yaratmalısın, halk! Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
(…)
Ümitsizlik öyle bataktır ki; düşersen boğulursun. Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır; Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır. Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar… Uğraş ki: Telâfi edecek bunca zarar var.
(…)
Uğur Işılak / Akifçe albümünün “Bu Vatan Batmayacaktır” parçası.
Söz: Mehmet Akif Ersoy Müzik: Uğur Işılak
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün âfâkı insaniyetin,
Nûr olup fışkırmışız tâ sînesinden zulmetin;
Yarmışız edvâr-ı fetretten kalan yeldâları;
Fikr-i ferdâ doğmadan yağdırmışız ferdâları!
Öyle ferdâlar ki: Kaldırmış serâpâ âlemi;
Dîdeler bir câvidânî fecrin olmuş mahremi.
Yirmi beş yıl, yirmi beş bin yıl kadar feyyâz imiş!
Bak ne ânî bir tekâmül! Bak ki: Hâlâ mündehiş
(…)
Nehy-i ma’rûf emri münkerdir gezen meydanda bak!
En metîn ahlâkımız, yâhud, görüp aldırmamak!
Yıktı bin mel’un kalem nâmûsu, bizler uymadık;
“Susmak evlâdır” deyip sustuk… Sanırsın duymadık!
Kustu bin murdar ağız Şer’in bütün ahkâmına;
Âh, bir ses bâri yükselseydi nefret nâmına!
(…)
Göster,Allâh’ım, bu millet kurtulur, tek mu’cize:
Bir “utanmak hissi” ver gâib hazînenden bize!
Bana sor sevgili kâri’, sana ben söyleyeyim,
Ne hüviyette şu karşında duran eş’ârım:
Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım.
Şiir için “gözyaşı” derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
İnsanlığın bütün ufukları kapkaranlıkken,
Işık olup fışkırmışız ta karanlığın koynundan;
Yarmışız anarşi dönemlerinden kalma en uzun geceleri;
Yarın fikri doğmadan yağdırmışız yarınları!
Öyle yarınlar ki: Alemi baştan başa kaldırmış;
Gözler daimî sabah aydınlığı nedir yakından tanımış.
Yirmi beş yıl (2), yirmi beş bin yıl kadar bereketli imiş!
Bak ne ânî bir gelişme!
Bak ki tarihler Onun olağanüstü hatırasından hâlâ şaşkınlığa düşmekteler;
O müthiş ilerlemenin benzerini görmemiş, hem görmez insanlık.
Bir taraftan dinimiz, ahlâkımız, irfanımız;
Bir taraftan kılıçla desteklenen adaletimiz, cömertliğimiz;
Yükselip akın akın gelen kavimleri kucaklamış;
Hepsi birliğin coşup giden âhengine dalmış.
İyiliğe yöneltmek imiş müslüman kardeşlerin görevi;
Engellermiş, bir kötülük görse, kardeş kardeşi.
Kimse haksızlığa göz yummayı düşünmezmiş;
Bir kişiye gelen herkesi fertleri sarsarmış.
Şimdi bir bak biz neyiz; bir de düşün ki ne imişiz?
Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz. (*)
Bak şimdi ortada görünen, iyiliğe engel olmak, kötülüğe yöneltmek
Yahut da en sağlam ahlâkımız: Görüp de görmezlikten gelmek!
Bin mel’un kalem namusu yıktı, bizler uzak durduk;
“Susmak en iyisidir” deyip sustuk… Sanırsın duymadık!
Kustu yüzlerce pis ağız şeriatın bütün hükümlerine;
Ah, bir ses bari yükselseydi nefret namına!
Altı yüz bin can gider, milyonla iman eksilir;
Kimseler görmez! Gören sersem de Allah’tan bilir!
Sonra, şayet kendinin incinse, hattâ, bir tüyü:
Yer yıkılmış zanneder seyreyleyen gümbürtüyü!
Kırpın aylıktan biraz, yahut geciksin vermeyin;
Ekmek çiğ kalsın, “pilav bitmiş” deyin, göstermeyin,
Fes, külah, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele;
Midelerden fışkırır ta göğe aç bir yaygara!
Ortalık alt üst olurken ses çıkarmazdım, hani,
Öyle bir toplantıda seyret gel de artık sen beni!
Bu millet kurtulur, Allah’ım, göster bir tek mucize:
Göster de bir “utanma duygusu” ver gizli hazinenden bize!