Türklerin bir geleceği var mı? Varların bir geleceği Türk mü?


Ağzımdan çıkanı kulağım şu şekilde işitiyor: Varların bir geleceği Türk değilse, Türklerin de bir geleceği yoktur, olmayacaktır. Ağzım “varlar” dediğinde kulağım hem mevcudatı, hem de mahiyeti işitiyor. Hem var olanların vücut bulduklarına kani oluyor, hem de onların ispat edilişinden memnuniyet duyuyorum. Varlar ki, hesaba çekilecekler. Hesaba çekileceğim ki varım.

Türk topraklarında vebadan kaçar gibi milliyetçilikten kaçılıyor. Hangi milliyetçilikten? Sadece Türk milliyetçiliğinden. “Ulusalcılık” garabetine Türk milliyetçiliği denilemeyeceği bütün ahmakların aklına yatıyor. Milliyetçilik davası Müslim ve gayr-i Müslim her türden anasırın yürüttükleri bir dava. Türk milliyetçiliği takbih edilmek üzere hazırda bekletiliyor; ama elimizin altında hazır (konfeksiyon) bir Türk yok. Ismarlamak istesek kime müracaat edeceğimiz meçhul.

Yaşadığımız topraklarda Türk kelimesini önce ihtida etmiş bin türlü yerleşik (medeni?) anasır bir şekilde, aslına matuf “Török” ifadesini örtecek bir şekilde kullandı. “Al turpu vur Türk’e yazık oldu al turpa” diyen onlardır. Tıpkı bir zamanlar ilk hıristiyanlaşan Rumların henüz hıristiyanlaşmamış Rumlara seslenirken “Yunan” ibaresini kullanışları gibi… Tanzimat sonrasında Yahudiler, yaşadığımız topraklarda başımızdan geçenleri hiçe sayıp, kendilerini de Türk dairesine sığdırabilecek, Hazar merkezli bir kavmin adı olarak hakkında literatür üretilen Türk’ü icat ettiler. En sonunda inkılâpçı Cumhuriyet rejimi ceberrut devlete sadık, İslâm’ın vecibelerine bigâne Türk uğruna varını yoğunu harcadı. Türk karmakarışıktı. Ağyarını mâni, efradını câmi bir Türk kimsenin bilgisi dahilinde olmadı. Türk hiçbir zaman şark kurnazlığını tedaiden geri durmadı.

Eğer mevzû-i bahs, mevcudiyetini Kur’an-ı Kerîm’in nuzûlüne borçlu olmayan bir Türk ise onun Türk topraklarında artık geleceği yoktur. “Artık” dediğime bakıp, bir zamanlar bu kabil insanların geleceği var mıydı, sorusunu sormak hakkınızdır. Bu Türklerin Haçova meydan muharebesinden itibaren gelecekleri vardı. Bu Türklerin yerlerini Kur’an-ı Kerîm’in nuzûlüne borçlu olan Türklere bırakmak, terk etmek, devretmek gibi bir gelecekleri vardı. “Siyasal İslâm” adıyla doğan ve doğar doğmaz Türkiye’nin kaymağını yemeğe talip olan şey bu geleceği veya gelecekleri zihinlerden sildi süpürdü. Eğer mevzû-i bahs, dünyadaki mâli sermaye hakimiyetinin Türkiye şubesi olarak çalışan bir Türk ise onun Türk topraklarına ihanetten başka göreceği bir iş yoktur. Şubeler artar ihanetler kesafet kesbeder. Eğer mevzû-i bahs, cibilliyetini “Urun! Söyletmen!” tutumuyla belli eden Türk ise manevî çoraklığı gelecek diye belliyor olmak lâzım.

Bütün bunlara rağmen şahsım adına geleceği olan bir Türk varlığından dem vuruyor, vurmakla kalmıyor, “Türkler” dediğimde bilhassa Türkiye’ye borcu olanları anlıyorum. Bunun herkes tarafından böyle anlaşılmasını umuyor, bekliyorum. İşin başı, alfası da omegası sonu da bu. Bir kimseyi Türkiye toprakları borçlandırmamışsa, bir kimse hiçbir şeyini bu topraklara borçlu değilse görüntü ne olursa olsun, görünürde Türk yoktur. Bir şey “görünürlük” vasfını varlığını hissettirebildiği kadar kazanır. Mühlet doldu. Hepsini dünyanın mest edemediği birileriyle konuşmanın vakti geldi. Milliyetçilik küfür olduğu halde, Türk milliyetçisi niçin kâfir değil? Suali şu şekilde vaz’ etmek de mümkündür: Kâfirlerden biri isen, ne yapmış olursan ol, bir türlü Türk milliyetçisi haline gelemediğin halde, niçin Allah indindeki dini seçer seçmez kendini Türkleşmiş bulursun?
İsmet Özel, 15 Aralık 2012

Türklerin bir geleceği var mı? Varların bir geleceği Türk mü?” için bir yorum

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.