ŞEREFİ TÜRKLÜKTE ARAYIP BULAMAYAN SANIR Kİ TÜRK’E İSOKRATES’TEN ZİYADE METE HAN YAKINDIR (I)
Ahmet Haşim şiirin “ufuklarda yüzen nazenin bir balon” ibaresine hapsedilmesini kusur ittihaz edenlerce kınandı. Giderek Haşim’e cevap “ufuklarda yüzen al sancak” ibaresiyle verilmiş oldu. İslâm dairesinde isek agâh olacağız. Böylesi münasebetleri kör tesadüfler sanma hatasına düşmek Türk’e yakışmaz. Türk’e insanın dünya hayatındaki yerini olduğu kadar, bu yer ile şiir arasındaki münasebeti ayan ve beyan etmek yaraşır. Zira Türk varlığı bu varlığın fark edilmesine fırsat veren günlerden itibaren varoluşun izahıyla bütünleşmiş, Türk vatanını şekle Türkçenin tebcili sokmuştur. Biz Türklerin dik durmasının, durabilmesinin sebebi, gerekçesi dinimizin hediyesi dilimiz vasıtasıyla tarihte iki kez vatanlaştırdığımız topraklardır. Dik duruyoruz; omurgamız var.
İnsanın şerefi ile omurgası arasında ne münasebet bulunduğu meraka değer. Neye denir omurga? Ne işe yarar? Bir fert, bir şahıs olarak bizzat size omurgalı denilmesi için bir sebep var mı? Hangi sebep var? Bilim dilinde tabir olarak rastladığımız “omurgasız hayvanlar” tasnifte bir yeri işaret ediyor. Dile kulak verdiysek ve dile getirilen insanın omurgasızlığı olduysa, bilinsin ki, bununla tasvirine yeltenilen ahlâk sefaletinden başka bir şey değildir. Hangi insana omurgasızlık yakıştırıldıysa o kimse toplum hayatındaki pespayeliğin delillerinden biri yerine geçer. Öyleyse nedir omurgalı insan? Tarih içinde insanların omurgaları emanet ehli oluşları sebebiyle taayyün etmiş, muayyeniyet kazanmıştır. Omurgası olan metbudur; taabi değil. İnsanların bellerini dik tutabilmeleri kendilerine bir şey emanet edilebilecek karakteri kesp etmeleri şartına bağlıdır. Kim ki, dile kulak vermekten geri durdu, onun şaşkınlığa düşmesine engel olunamaz. Türk dili çerçevesinde CHP Türk milletini devletten, MHP Türk milletini milletten, AKP Türk milletini dinden etti denildiğinde omurgasızlığın neye mal olduğu anlatılmaktadır.
Omurgamız hem bizim söylediğimiz sözler, bizim takındığımız tavırlar, hem de bize hitaben söylenilen sözler, bize karşı takınılan tavırlar itibariyle bir maliyete taalluk eder. Bu satırları okuma zahmetini göze almış biri olarak sizin de Türk’e Mete Han’ı İsokrates’ten ziyade yakın sanma ihtimaliniz yüksek, hem de pek yüksektir. Çünkü modernliğin yükseldiği asırlar içinde Türklere Yahudiler, Ermeniler, Rumlar Türklük hususunda bir zannı hak olarak bildirdi. Ne niyetle yaptılar bunu? Hangi Yahudiler, hangi Ermeniler, hangi Rumlardı bunlar? Bunlar Yahudiliği en üstün değer olarak bilen Yahudiler, Ermeniliği en üstün değer olarak bilen Ermeniler, Rumluğu en üstün değer olarak bilen Rumlardı. Türk’ün ne olduğu, kim olduğu hususunda aralarında vardıkları mutabakatı bize, biz has Türklere yutturmuşlardır. Bu yüzden dünyanın her yerinde sanılır ki Küçük Asya’ya tam tekmil Türk olarak at üstünde gelindi.
Hayır, hiç böyle olmadı. Has Türk olmak üzere, tam Türk olmak üzere ham halimizle geldik biz buraya. Ne olduysak burada olduk. Başımıza gelen bir harikulâde oluş, gıpta edilir ve hiçbir bakımdan modernliğe benzemeyen bir yükselişti. Türk’ün Diyar-ı Rum’u Dar-ül İslâm’a dönüştürmesi ne dünyaya aslî hayat hakkını tattırıp tanıştıran Hicret’le kıyaslanabilir ne de Türklerin Türk topraklarına gelişi Avrupa’ya yepyeni bir hayat sahası vasfı ilâve ederek orayı bir “kıta” haline getiren kavimler göçüne benzer. Neye benzediği netamelidir. Benzeme kavramının kendisi de netamelidir. Benzemeyi içimizde gömülü bir şeylerin mi, yoksa varmağa özenişimizin mi doğurduğuna akıl erdirelim. Türkler olarak nasibimize Anadolu’ya gelmemizin öncesinde Araplar ve Çinliler arasında Hıristiyan takvimi uyarınca 751’de cereyan eden Talas Savaşı vesilesiyle bir dönüşüme uğrayıp Müslümanlaşmağa başladığımız tevatürü de düşmüştür. Ustalıkla ve kasıtlıca uydurulmuş “Türkler gelmeden önce Anadolu, Anadolu’ya gelmeden önce Türkler” ibaresini sahici ve geçerli kabul etmek âdettendir. Hepsi laga luga. Türk hâkimiyeti dünyaya öyle bir damga vurmuştur ki, birileri bu damgayı silemese bile görünmez hale getirmeği kendine iş edinmiştir. Modernlik boyunca Türk topraklarına göz koyanlar işlerini yalanla yürüttüler ve yürütmektedirler.
Eğer Allah bize Sakarya Meydan Muharebesi’nde zafer nasip etmeseydi, bu gün Türk sözü sadece lügatlerde ve ansiklopedilerde rastlanılan bir kelimeden ibaret kalacaktı. Yahudiler, Ermeniler, Rumlar Türklük hususunda bir zannı gün gelip “geldiğiniz yere gidin” deme fırsatı yakalayabilmek için hak olarak bildirdi. Fırsatı küreselleşme ideologisi verecek mi? Yaşayan görecek.
İsmet Özel, 25 Kasım 2016